Fatih Harbiye Özeti

PDF Olarak İndir

İlk yayımlanması 1931 senesinde gerçekleşen Fatih Harbiye, Peyami Safa’nın yazarlıkta ustalık devrine denk gelen bir romandır. Osmanlı halkının Batı kültürüne alışmaya çalışırken ortaya çıkan kargaşayı işleyen roman, on iki bölümden meydana gelmektedir. Eserde olaylar on günlük bir zamanda geçmektedir.

Neriman’la Şinasi lise yıllarından beri birbirlerini seven iki arkadaştır. İkisi de Cumhuriyet’in ilk yıllarında Darülelhanda (İstanbul Musiki Okulu) okumaktadırlar. Neriman’ın babası Faiz Bey, emekli bir devlet memurudur. Eşi öldükten sonra kızı Neriman’a kendini adamış, İstanbul’un Fatih semtinde oturan ve manevi değerlere bağlı, yaşlı bir adamdır. Faiz Bey, Şinasiyi sevmektedir. Kızının onunla evlenmesini de desteklemektedir. Şinasi ile Neriman evlilik hazırlıklar, yaparken Neriman, Batılı yaşam tarzına özenerek Şinasi’den uzaklaşmaya, Macit adlı gençle zamanını geçirmeye başlar. Macit, İstanbul’un modern mekânlarında zamanını geçiren bir gençtir. Onun yaşam tarzından etkilenen Neriman, oturduğu semt olan Fatih’ten soğumaya başlar. Macit, Neriman’ı Beyoğlu’ndaki bir baloya davet eder.

Aşağıdaki metin, Neriman’ın babasından izin almaya çalıştığı ve babasının onun Şinasi’yle evlenmesini telkin ettiği bölümden alınmıştır.

(…)

Yemek odasına indiği vakit Faiz Bey’i orada bulmuştu, yanına koştu, elini öptü ve: “Sabah şerifler hayrolsun babacığım!” dedi.

Faiz Bey neşeliydi ve yüzünde, ihtiyarlara şeytanî bir tazelik veren gizli bir tebessüm, beyaz sakalıyla bıyığı arasındaki pembe deriden kılların altına doğru kaçıyordu. Kızına karşı, geceki zaferini ebedîleşti- recek müstehzi bir cevap aradı; öyle bir cevap ki, Neriman’la arasındaki ezelî ihtilâfta, kızının herhangi bir isyanına daima set çekecek kadar sade ve kuvvetli bir nakarat halinde her zaman diline dolayabilsin. Bunu o kadar şiddetli bir ihtirasla aradı ki yüzüne kan çıktı ve beyaz sakalı bir kabartma vuzuhla belirdi:

— Bonjur Matmazel! dedi.
Neriman, biraz evvel verdiği karar yüzünden, soğuk bulduğu bu lâtifeyi güler yüzle karşıladı.

— Kahvaltınız hazır değil mi?
Dedi ve gene babasına yaranmak gayretiyle mutfağa koşmak için doğrulurken Faiz Bey cevap verdi:
— Hazır değil, Matmazel.
Neriman bu sefer gülemedi. Hattâ babasına hizmet etmekten ziyade, bu lâtifeden aldığı fena tesiri saklamak için odadan hızla çıktı ve taşlıkta:
“Soğuk şaka!” diye söylendi. (…)
Neriman baloya ait arzularıyla öfkesi arasında muvazene bulmaya çalışarak kendini zor tutuyor, kızarıyordu.
Nihayet arzularından feda ederek boşaldı, fakat öfkesini yalvarışlı bir sesle yumuşatmaya karar ve­ rerek:
— Baba, dedi, böyle şaka etmeyiniz, sinirleniyorum.
— Öyleyse pardon Matmazel.
— Siz ciddî bir adamsınız, bu lâtifeler ağzınıza yakışmıyor. — Mil pardon Matmazel.
— E… Akşama kadar söyleyin. Zaten bu evde sıkıntıdan patlıyorum. Sizin yaşınız başka benimki başka. Benim yerimde olsanız ne yapardınız? Bu salaş evde çıldırırdınız. (…) Benim yaşımdaki kızların nasıl yaşadıklarını bilmiyorsunuz. Ben sizi üzmemek için çok sabrediyorum, ama ne kadar çok, bilmez­ siniz.
Neriman’ın gözleri doldu. Bir taraftan da babasının dizlerine peşkir seriyor, tepsiyi düzeltiyor, rafa­ dan yumurtalarını kırıyordu. (…)
Hiç konuşmadan kahvaltı ettiler. Faiz Bey’in de, Neriman’ın da renkleri uçmuştu. Birbirine belli et­ meden bunu gördüler.
(…)
Kahvaltısını yarıda bırakarak odasına çıktı. Kendine ait bir şeyi ezdiği için bu zaferin acı tortusunu da hissediyordu. Fakat omuzlarını silkti:
“Bu insanlar böyle işte, diye düşündü, anlamıyorlar, babalar bile anlamıyorlar, onlara böyle lâzım…”
Fakat içinde çok derin, tehlikeli duyguların uyanışını farkediyordu; hafifçe titremeye başladı. Yakın bir istikbal üzerine şuurundan bazı soluk ışıklar sıçrıyordu: Gözlerini o tarafa doğru çevirebilse, baka- bilse, bir hafta veya bir ay sonrayı görebileceğini anlıyordu: Zihninden kendiliğinden bir çok muadeler hallediyor ve neticeler beliriyordu, fakat hiçbirini kat’iyetle öğrenmek istemedi.
Hep gözünün önüne Şinasi gelmeye başladı. Cevabını kendi kendinden ısrarla beklediği bir sual sordu: “Şinasi ne olacak?”
Sonra, muhakemesini kaplayan bütün tozlar silindi ve bir siyah tahta üzerine tebeşirle yazılmış gibi açık, berrak fikirler birbirini takip etti.
Düşünüyordu: “Ben artık Şinasi’yi sevmiyor muyum?”
Altı ay evveline kadar bu suale kolayca bir cevap verebilirdi, altı ay evveline kadar Şinasi’yi şüphesiz seviyordu; ama nasıl? Bir çocukluk hissinin devamıyla mı? Komşu gibi mi? Aile dostu, arkadaş gibi mi? Bunları vaktiyle çok araştırmıştı ve zaman zaman en saf çocukluk ihtirasından en adî bir itiyat bağlanı­ şına kadar ona karşı her türlü alâkayı duymuştu.
Yedi sene evvel, Faiz Bey karısı öldükten sonra, Kuruçeşme’deki yalıda oturmak istemedi. Maarif evrak müdürlüğünden tekaüt edilmişti. Üsküdar’daki büyük evi de yanınca, azalan varidatına göre daha sade bir yaşayış temini düşündü. Gülter’i muhafaza ederek öteki hizmetçilerin kimini savdı, kimini evlendirdi. Fatih’teki bu eve taşındılar. O vakit Neriman on beş yaşında idi ve Süleymaniye’deki kız lise­ sine girdi. Orada Şinasi’nin kız kardeşi Nezahet’le tanıştı. Aynı semtte ve aynı mahallede oturdukları için mektebe beraber gidip gelmeğe başladılar.
Faiz Bey biraz ney çalardı. Nezahet’in kardeşinin kemençe çaldığını öğrenince onunla tanışmak is­ tedi. O tarihten sonra Şinasi, Nerimanlara sık sık gelip gidiyordu ve o gün bugün ailenin bir ferdi gibidir.
Faiz Bey, Şinasi’yi oğlu gibi sever. Evvelâ bir erkek evlâdı olmasını çok istediği halde olmadığı için, İkincisi de, Şinasi’nin tabiatları Faiz Bey’i meftun etmişti; başkalarına Şinasi’den bahsederken Faiz Bey’in ekseriyetle kullandığı tabirler şunlardı:
— Sessiz, halûk, fevkalâde terbiyeli, fıtraten asil bir çocuk, büyük bir rikkatli kalbi var. Hissiyat-ı âliye sahibi, hem de bir kemençe çalıyor, yakında en büyük esâtize-i musikiye arasında ismi geçecek. Dinlerken gözlerim yaşarıyor. Ben bu çocuğa meftunum doğrusu. (…)
Faiz Bey bunun için Şinasi ile Neriman arasındaki münasebetin ilerlemesine mani olmadı ve arala­ rındaki hissî alâkanın bütün safhalarını sezdirmeden takip etti. Azami derecede müsamahakâr davran­ mıştı. (…)
Akşamları Darülfünun’dan çıkan Şinasi, liseden çıkan Neriman’la buluşuyor ve geziyorlardı. Hemen her gece Şinasi Faiz Bey’e uğruyordu.
Bunların içinde uzun ve tatlı kış geceleri vardı. Neriman da ut öğreniyor ve beraber saz yapıyorlardı. (…)
Neriman, bu meşru dekor içerisinde Şinasi’ye her mânasıyla bağlandı.
Herkes, er geç onların evleneceklerine kâni idi. Fakat son aylar zarfında (…), Neriman’ın halindeki başkalıklara muhiti de dikkat etmeye başladı. Kıyafetten tavırlara ve yaşayış tarzına kadar tesir eden bu değişiklik, gün geçtikçe bariz şekiller alıyordu; Neriman’ın Şinasi’den ayrı gezmeleri, eve geç gelmeleri, semtin insanlarına karşı bakışlarındaki farklar, tuvaleti ve yürüyüşü tecessüs uyandırıyordu.
Neriman’da herkesin dikkat ettiği bu yenileşme altı ay evvel başlamıştı: Macit’le tanıştığı zaman.
Tam altı ay evvel, bir ilkbahar günü idi. Darülelhan’ın alafranga kısmında keman dersi almaya gelen Macit’i, arkadaşları Neriman’a tanıttılar. Macit bir aydan fazla bu derslere devam etmemiş ve mektebi bırakıp gitmişti; fakat bu müddet Neriman’la Macit arasındaki münasebetin hususileşmesine kâfi geldi. Beyoğlu’nda, arada bir gizlice buluşuyorlardı. Altı aydan beri Neriman birkaç defalar Macit’in randevu­ suna gitti ve bütün bunları Şinasi’den gizledi.
Neriman’daki değişiklikler, Macit’i tanıdıktan sonra meydana çıkmıştı; fakat hakikatte, Neriman’ın yenileşmeye karşı arzuları o tarihte başlamaz. Bunun başlangıcını bulmak için daha evvellere, ta çocuk­ luğuna kadar gitmek lâzımdır. (…)
Annesi ve babası ona halis bir şarklı itiyatları vermişlerdi; Anadolu’da, birçok memuriyetlerde gezen Faiz Bey, Neriman’ı yedi yaşına kadar saf Türk muhitlerinde büyütmüştü. Fakat İstanbul’da yerleştik­ ten sonra, Neriman’ın akrabalarından, bilhassa büyük dayısının ailesinden aldığı tesirler bambaşkadır. Galatasaray’dan çıkan ve tahsilini Avrupa’da bitiren büyük dayısı ve kızları, Neriman’da Garp hayatına karşı incizap uyandırmışlardı.
Bu iştiyak, ekseriya Neriman’ın da haberi olmadan, ruhunda gizli gizli yaşamış ve memleketteki asrileşme cereyanlarından gıda almış, fakat ne şuur, ne de irade hâlinde ortaya çıkmak için fırsat bula­ mamıştı. (…)
Bütün bunlar Neriman’da, anadan babadan gelen tesirleri tamamıyla gidermiş değildi. Genç kız, iki ayrı medeniyetin zıt telkinleri altında, gizli bir derunî mücadele geçiriyordu. (…)

Macit’le Neriman tanışınca Şinasi için güçlük bütün bütün arttı. Hele rakibinin vücudundan haberi olmadığı hâlde yalnız tesiriyle mücadele ediyordu; ve Macit, karşı tefeye o kadar büyük bir ağırlık ilâve etti ki muvazene tehlikeli bir surette bozuldu.

Artık Neriman nereden gelip nereye gittiğini anlıyordu, çünkü iki zıt iştiyakın remizlerini gözleriyle görüyor ve mukayeseler yapabiliyordu. Şinasi Neriman’ın gözünde, aileyi, mahalleyi, eskiyi, şarklıyı temsil ediyordu; Macit yeninin, garbın ve bunlarla beraber meçhul ve cazip sergüzeştlerin mümessili ve namzediydi.

Bu iki genç, Neriman’ın ruhundaki iki cepheyi bütün vuzuhuyla şuura çıkardılar. Neriman Macit’i tanıdıktan sonra kendi kendisini daha iyi tanımıştı. (…)

Neriman, baloya Şinasi’yle gitme şartıyla babasından izin alır. Baloda giyeceği elbise için vitrinleri gezmeye çıktığında dayısının kızlarına uğrar. Onların evine gittiğinde bir kadının kötü hâlini görür.

Aşağıdaki bölümde Neriman’ın duygusal ve düşünsel yönden içinde bulunduğu durumdan dolayı geçirdiği sinir krizinin ardından yaşadığı olumlu değişim anlatılmaktadır.

Gözleri yanıyordu. Çok ağlamıştı. Yalnız kalmak istedi. Çekildiler.

Bütün vücudu hâlâ titriyordu. Etrafındakilerin tecessüsünden ve merhametinden kurtulduğuna emin olmak için dört tarafına bakındı. Hepsi gitmiş.

Kanepeye uzandı. Gittikçe heyecanları yatışıyordu. Boğazı bir kere daha çırpındı ve hıçkırıkları tamamıyla dindi.

Şimdi her şey ona garip ve sade görünüyordu. Demin, kuvvetli bir sarsıntı içinde bulunan ve çalkalanan eşya, duruldu. Basit şekillerini aldı. Her şey sakin.

Kulağı çınlıyor, ağzı yarı açık. Hayretler içinde, ne olduğunu anlamıyor. Başından korkunç şeyler geçti. Fakat nedir? Ne oldu? Ne zaman? Niçin?

Hatırlamaya çalışıyor. Bu felâketler ne zaman başladı? Maksim salonu. Kaç ay evvel? Hayır, daha bir ay bile olmadı. Kaç gün evvel? Bunu bulmak için hadiselerin fihristini yapmaya uğraşıyordu. Sokakta, ne gün bayılmıştı? Macit’le hangi gün Löbon’da buluştular? O zaman baloya kaç gün vardı? On gün. Baloya kaç gün daha var? Balo yarın akşam, demek hepsi dokuz gün!

Çok şaştı. İçinde gayet uzun bir zamanın hatırası vardı. Senelerden beri devam etmiş felâketlerin ağır tesiri altında idi. Hepsi dokuz on günden mi ibaret? Bu zaman içinde ne oldu? Bayıldığı günden başka bir şey hatırlamıyor. Peki felâket nedir? Hiç. Ruhun üstünde mahiyeti olmayan bir tazyik. Nedir? Hiç, bir kâbus.

Kapı hafifçe açıldı: Nezahet.

— Neriman, gel biraz içeriye… açıldın mı?

Neriman, biraz evelki aciz görünüşünün tesirlerini silmek isteyen bir çeviklikle doğruldu:

— İyiyim! (…)

Bitişik odadan akort sesleri geliyordu.

Neriman içeri girince Şinasi ve Muammer, sazlarını bırakarak ayağa kalktılar. Şinasi ona doğru bir kaç adım attı.

Neriman bakındı. İçine büyük bir arzu geldi.

— Bırakmayın!

Dedi, sonra Muammer’e doğru koştu:

— Müsaade ederseniz, dedi, ben ut çalmak istiyorum.

Bütün yüzlerde gayet ince bir hayret ve sevinç. Ona derhal udu verdiler.

Kucağına udu ilk yerleştirdiği anda, geçirdiği buhranların âmilleri arasında mücessem bir varlığı olan bu sazı kinle ve muhabbetle kendine doğru çekti. Akort için ilk mızrabı vurduğu zaman, saza karşı bir utanç duyuyordu. Herkesin kendine baktığını zannetti ve ric’atinin bu görünüşünden bir tebebsümle kurtulmaya çalıştı.

Şinasi, ciddi:

— Nevayı ver! dedi.

Herkeste, biraz evvelki hadiselerin tesiri devam ettiği için, akort esnasında çıkan en basit saz sesi, büyük bir mâna yüklü görünüyordu.

Bir saat kadar çaldılar. Bu musiki, ki imkânsızlıkları anlamanın musikisidir. Neriman’ın o andaki feragat duygularına tam bir cevap veriyordu. Ruhunun üstünden yumuşak bir fırça gibi geçti ve olmayacak şeylere ait arzularını biraz daha süpürdü.

Nihayet, sazlar sustu, ağır ağır ve itina ile torbalarına kondu. Bakıştılar. Faiz Bey ellerini oturduğu koltuğun kenarına dayadı ve kalkmak için bir hareket yaptı.

Lâleli apartmanının büyük kapısı önünde durdular. Bir otomobil bekliyorlardı.

Bütün cadde bomboş. İnce bir yağmur. Işıklar karıncalanıyor. Her geceye benzeyen gece. Gizli değişiklikleri örten zahirî bir sükûn ve yeknesaklık. Her tarafta, cemaatin diktatörlüğünü ilân eden bir hareketsizlik, sükûnet ve muvazene.

Çok beklediler. Nihayet bir otomobil geçti, bindiler.

— Fatih! dedi bir tanesi.

Arkalarına yaslandılar, Faiz Bey gözlerini yarı kapadı ve göğsünde sıkışmış hava tabakasını bir nefeste bıraktı. Herkes buna dikkat etmişti ve ona baktılar.

Faiz Bey söyledi:

— Bugün çok yoruldum.

Kızına yan gözle bakarak:

— Yarın da yorulacağız galiba, dedi.

Neriman kendisine tevcih edilen bu zımmî suale derhal cevap verdi:

— Hayır, baba, artık hiç yorulmayacaksınız. İsabet ki aradığınızı bugün bulamadınız. Ben vazgeçtim. Söyledim ya fikrimden dönmüyorum.

Neriman, yaşadıklarından etkilenen ve içinde bulunduğu durumdan kurtulmasına yardımcı olan sevdikleri sayesinde evine döner ve babasına baloya gitmek istemediğini söyler. Şinasi’yle evlenmeyi kabul eder.

Peyami Safa

Yorum yapın